8 Aralık 2016 Perşembe

Deli Lacivert




kapat gözlerini geceyi çizeyim sana
hiçliği, yoksunluğu, bir deli laciverti
aç ellerini gökyüzünü koyayım biraz ve
baharın dallarından kopardığım
o ekşi meyveleri
ateş gibi tıpkı yanıyor ellerin
parmaklarını aç vereyim sana maviyi
bir şairin çelimsiz kalbinden tükürdüğü
acı yüklü bir klarnet melodisini
kapat gözlerini geceyi çizeyim sana
kayıp bir define haritasının
sararmış solmuş şeklini
kapat gözlerini kendimi çizeyim sana
hiçliği, yoksunluğu, bir deli laciverti

19 Kasım 2016 Cumartesi

Halisünasyon





çok insan gördüm
onlar aslında yoktular
varlıkları boşlukta gürültü gibi
yoklukları sanki bir şizofrenin hayalini kaybedişi
bir bestede es eksikliği
çok insan gördüm
onlar aslında yoktular
nice insan gördüm varlıkları ademi
bir hiçe yaslanır gibi

1 Eylül 2016 Perşembe

İçi Dolu Boşluk




bir uzay boşluğu sanki
sessiz ve hissiz
eğlenceli olur sanıyordum
noktaları birleştirirken meğer
bir boşluğun resmini çiziyormuşum
habersizdim
bilirsiniz zaten
bu hep böyledir
umduğunuz gibi gitmez o şeyler
sonra ummayı bırakırsınız
kocaman bir boşluğun içinde
kendi gölgenizle savaşırsınız
bu günde ya da yarında 
veya geçmişte değil
bir solucan deliğinin içinde
zamandan çok uzakta yaşarsınız

tüm dünya saatleri yalan söyler 
siz o solucan deliğinin içinde aslında
dakikada milyonlarca yıl yaşarsınız

26 Ağustos 2016 Cuma

Soğuk İklimlerin Romantik Çocuğu : Chopin

 




  Soğuk iklimlerin romantik çocuğu, en büyük romantiklerden, klasik müziğin piyano babası Fryderyk Franciszek Chopin...Vatan hasretini, Sand'e olan sevgisini narin karakteriyle piyanoya ustaca yansıtmıştır.Onun hassas ve kırılgan karakterini notaların içine saklanmış yoğun duyguların içinde bulursunuz birden.Klasik müziğin ürkütücü havasından birden ağlayan ve utangaç bir çocuğa soyar kalbinizi.Karlı bir şubat gecesinde, sıcak ve güvenli evinizin buğulu pencereleri arkasından işgal altındaki bir şehri izlediğiniz bir anda, tüm acıların kalbinizin duvarlarından gözyaşları halinde süzüldüğünü düşünün...İşte Chopin dinlemek biraz böyledir.

  Tam anlamıyla doğru bir önermedir bu söyleyeceğim: Avrupa "müziği hissetmeye" Chopin'le başlamıştır.

  Chopin, 1810'da Rus işgallerinin içine gömülmüş, haritadan silinmiş bir Avrupa ülkesi, Polonya'da doğdu.Zengin bir Fransız aristokratı baba ve Pol bir annenin yetenekli oğulları Fryderyk, henüz dört yaşında piyano tuşlarıyla içli dışlı olmuştu.Tabiki bu içli dışlı oluş süreci, rönesansın en büyük piyano ustalarından biri olacağının sinyallerini veriyordu.Aile içi toplantılarda piyano çalmaya başlayan Chopin, ilk basılı eserini yedi yaşında verdi.Utangaç ve içine kapanık küçük Chopin o yaşlarda bu utangaç hallerine rağmen ilk büyük konserini henüz sekiz yaşındayken Varşova'da yaşlı ve yoksul bir yazar yararına verdi.Daha küçük yaşlarda bu denli başarıya ulaşmış Chopin için  Schumann “Şapkalarınızı çıkarın baylar, bir dahi geliyor. Şair olmak için kocaman ciltler doldurmak gerekmez; bir iki şiirle bu unvana layık olabilirsin. Chopin de böyle şiirler yazmıştır” cümlelerini sıralamıştır.

  On altı yaşında Varşova Konservatuarı'nda Joséf Erlsner'den müzik eğitimine başladı.
On iki yaşında yaptığı beste, İspanya'nın milli marşında kullanılan romantik piyanist, henüz on dokuz yaşındayken vitüöz kabul edilmiş hemen iki yıl sonra piyano hocalığına başlamıştır.
Yirmi bir yaşındayken babası onu memleketi ve o dönemin sanat merkezi Fransa'ya gönderdi.Hüznün ve melankolinin eserlerine ağır bir şekilde yansımasının nedeni olan memleket özlemi işte bu dönemlerde başladı.Kalabalık korkusu onu evinde daha iyi çalan bir romantiğe dönüştürmüştü.Zamanla ilham aldığı ve onu keşfeden o zamanın en değerli piyanistlerinden Lizst'in önüne geçmiş, devrinin çok üstünde ve değeri daha çok sonradan anlaşılacak bir müzisyen olmaya çoktan başlamıştı utangaç Chopin...



  Yirmi altı yaşındayken Marie d'Agoult tarafında verilen bir davette, onu ölüme sürükleyecek sevgilisi George Sand'la tanıştı.Sand ondan dört yaş büyüktü.Tanıştığı parti de Sand, Chopin'e itici geldi.Hatta kaynaklarda onun Sand'ı ilk gördüğünde "O gerçekten bir kadın mı? Ne kadar itici!" cümlelerini kurduğu yazar.Bu kötü tanışma faslı, Chopin ve Sand'ın 1837-1847 yılları arasında inişli çıkışlı bir ilişki yaşamalarıyla devam etti.Bu zaman aralığında iki yüzün üzerinde beste yaptı, mazurka ve polonezleri folklör statüsünden sanat seviyesine yükseltti.Bu tarih zarfında artık bu utangaç adam devrin müzik devi, ünlü piyanist Chopin'e dönüşmüştü.

  Chopin, 1847'de Sand'la ayrılışından sonra İngiltere'ye yaptığı bir seyahat sonucu o yılların feci hastalığı tüberküloza yani vereme yakalandı.İki yıl boyunca hastalıktan, Rus işgali altındaki Polonya'nın hasretinden ve bakımsızllıktan, 1839 yılında, 17 Ekim'de sanat dünyasını Chopin'siz bıraktı.
  Sanatçının mezarı şu an Paris'te bulunuyor.Kalbi ise Varşova'da Holy Cross Kilisesi'nin içinde muhafaza ediliyor.



  Romantik sanata tüm hayatı boyunca iki yüz otuzun üzerinde eser sığdırmıştır.İlhan Mimaroğlu, Müzik Tarihi eserinde Chopin'i "Küçük şeylerde büyük, büyük şeylerde küçük." betimlemesiyle özetler.

Yazan:Ayşe Sena Emir

Kaynak:
ekşi sözlük
https://en.wikipedia.org/wiki/Fr%C3%A9d%C3%A9ric_Chopin

23 Ağustos 2016 Salı

Bir Hormon Karakterimizi En Fazla Ne Kadar Etkileyebilir?




Nedir bu testosteron, neden erkeklik hormonu denir, kadınlarda bulunmaz mı, herkeste eşit miktarda mı bulunur? Bütün bunların cevabını kabaca hepimizin verebileceğini tahmin edebiliyorum.Vereceğimiz cevapların doğruluğunu tartışalım bence biraz şimdi...

19 karbon, 28 hidrojen ve 2 oksijenden oluşan testosteron hormonu, steroid yapılı bir hormon olup sadece erkeklere değil kadınlara da eril özelliklerin verilmesini sağlar.Peki nedir bu eril özellikler?

Lider dediğimizde herkesin aklında eril özellikleri güçlü, özgüven sahibi ve zeki insanlar gelir.Bunun tek nedeni tarihte yaşanan tecrübeler değil, aynı zamanda genlerimizde kodlu olan testosteron hormonunu bulunduruyor olmamız.Bu hormon, vücutta bulunma düzeyine göre insan karakterine sandığımızdan daha fazla etki ediyor.Şöyle ki, bilim insanlarına göre birinin jestlerine bakarak onun testosteron seviyesi hakkında rahat rahat yorum yapabiliriz.Özgüveni işaret eden davranışlar, saldırganlık, açık zihin, fiziksel güç fazla testosteron göstergesidir.

Hepimiz ilkokul yıllarında öğretmenlerimiz tarafından sözel ya da sayısal zekaya mı sahip olduğumuzu belirlememiz konusunda pasif bir zorlama görmüşüzdür.Kızların genellikle erkeklerden daha iyi ezber yapmasının, erkeklerinse pratik matematik işlemlerdeki başarısının bir nedeni vardı, testosteron.Erkeklik hormonu beyinde olgular ve olaylar arasında bağlantı kurma ve bunun sayesinde dolaylı olarak sayısal işlemlerde başarı sağlar.Matematik konusunda başarılı birini gördüğünüzde erkek ya da kadın fark etmeksizin ona rahatlıkla bunun vücudundaki testosteron miktarının fazlalığından dolayı olduğunu söyleyebilirsiniz.

Ellerinize dikkatli bir şekilde bakın.Yüzük parmağınız mı yoksa işaret parmağınız mı daha uzun?
Bild gazetesinin haberine göre, "Biology Letters" dergisinde yayımlanan araştırmanın sonuçları, parmak uzunluklarınızın birbirine oranı testosteron miktarınız ve buna bağlı olarak karakterinize dair bir çok bilgi veriyor.Araştırmaya göre;
Yüzük parmağı işaret parmağından uzun olan bireyler sayısal işlem ve mantık kurma konusunda açık ara daha yüksek beceriye sahip.
Yüzük parmağınız işaret parmağınızdan kısaysa bunun tam tersi sözel konularda ve buna benzer beynin sağ bölgesini kullanmamızı sağlayan işlemlere daha yatkınsınız demektir.
Tüm bu bilgilerle bir bireyin yüzük parmağının uzunluğuyla onun sportif yetenekleri, saldırganlığı, fiziksel ve zihinsel gücü hakkında pek çok bilimsel sonuca ulaşabiliriz.Hormonun miktarı, spora ve bedensel aktivitelere olan yatkınlığınızı doğru orantılı olarak etkiliyor.

Peki bunun mantıksal bir açıklaması var mı?
Olay tamamen insanın anne karnında ürettiği testosteron miktarına bağlı olarak gelişiyor yani yüzük parmağınızın uzunluğu, anne karnında gelişiminize etki eden testosteron miktarıyla doğru orantılı.

Testosteron miktarının vücudumuza yaptığı en ilgi çekici etkilerden biri de şüphesiz kazayla ölüm riskimize olan etkisi.Vücudunuzdaki testosteron miktarının fazlalığı, orantılı olarak kazayla ölüm riskinizi artırıyor.

Testosteron miktarı, beyninizdeki adalet duygunuzu, statü arzunuzu ve ekonomik meselelerdeki yeteneğinizi olumlu yönde etkiler.Yapılan araştırmaya göre, testosteron miktarı erkeklerin maddi konularda adalet, aksi halde üstünlük durumunu arzulamalarını sağlıyor.

Peki insan türü testosteronun kişiliklerinde oluşturdukları bu salgırgan ve yıkıcı etkiyi nasıl en aza indirebilir?
Araştırmalar çok ilginçtir ki bu etkilerin çocuk sevmek ya da elinize bir oyuncak bebek bile almanın bu etkiyi azaltacağını, bu eylemlerin sizi daha sakin ve huzurlu bir insan haline dönüştürme de yapıcı bir etkisi olduğunu gösteriyor.

Çok ilginçtir ki kadınlar erkeklerin yüzlerine baktıklarında onların testosteron miktarları hakkında kesin sonuçlara ulaştıkları araştırmalarca kanıtlanmıştır.Yüz biçiminiz ve sesinizin kalınlığı testosteron miktarınızın belirgin göstergesi.


Kaynaklar:
https://en.wikipedia.org/wiki/Testosterone
https://saltuerk.wordpress.com/2014/07/04/genler-ve-karakter-olusumu
Nat-Geo-The sciene of men

31 Temmuz 2016 Pazar

Gelecek Uzun Sürer



...O günden beri sanırım sevmenin ne olduğunu da öğrendim: atılganca kendi duyguları üstüne "abartmalı" iddialara girmek değil, karşıdakine özenle davranmak, onun arzularına ve ritmine saygı göstermek; hiçbir şey istememek, verileni kabul etmeyi öğrenmek; her armağanı yaşamın bir sürprizi olarak kabul etmek; aynı armağanı ve aynı sürprizi iddiasızca, hiçbir zorlamaya başvurmadan, karşıdakine de yapabilmek. Özetle, yalın özgürlük! Cézanne neden Sainte-Victoire dağının her anının ayrı resmini yapmıştı? Her anın ışığı ayrı bir armağandır da ondan.

Demek ki yaşam, tüm dramlarına karşın, hala güzel olabilirmiş. Altmış yedi yaşındayım; kendim için sevilmediğimden gençlik tanımamış olan ben, şimdi kendimi hiç olmadığım kadar genç hissediyorum. Bu iş yakında bitecek olsa da.

Evet, bazen gelecek uzun sürüyor.


l'avenir dure longtemps


Louis Althusser

29 Temmuz 2016 Cuma

Japon Gönlüm



japonya kıyıları gibidir ruhum
atlas okyanusunun ortası
yeşil endenezya dağları
çiçek bahçelerim bataklığa dönüşür
batar batar çıkarım bataklıklara
kafamda sinekler uçuşur

japonya gibidir benim ruhum
hem sakuralarla hem de kayalıklarla süslü
bir derin kafestir sanki okyanuslar
sular kalbimdeki binlerce boş binayı çürütür

çıkamaz dışarı japon gönlüm
o bir türktür japonya'ya sürgün

20 Mayıs 2016 Cuma

Kediler Krallara Bakabilir



Herşey iyi de, diyeceksiniz, kedi sevmek nedir? Kedi sevmek insanları, sokakları ve şeyleri sevmekten farklı birşey mi? Bilge Karasu, 'kedi sevmek, kedinin, kendisini seven (kendisinin de sevdiği) kişi karşısındaki umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir' der bir masalında, ben bu farklı sevme biçimini bundan daha iyi tanımlayan bir cümleye rastlamadım bugüne dek. Sahip olmayı yadsıyarak, ya da, sahip olmamayı göze alarak sevmek insanoğluna pek güç gelir. Sevgiyle mülkiyet duygusu öteden beri ortak yaşardır onda, sevgi bağını çoğu kez de tek yanlı, gerçek bir bağ haline sokmaya alışmıştır. Sevdiği kişinin bağımsızlığına da, kendi bağımsızlığına da kolay kolay katlanamaz. Bunu eleştiri, suçlama konusu saymamak gerek gene de: İnsanlar, eninde sonunda, kedi sevenler ve sevmeyenler olarak da pekala ikiye ayrılabilirler. Bir de, benim gibi, yolun sonuna varamayacağını bile bile kedi sevmeyi öğrenmeye çalışanlar vardır.

Kedinin sevgi 'anlayış'ındaki farklılık, gülünç gelebilir ama, farklı bir mantığa bel bağlamasından gelir. İnsanlar, kendi doğalarının terimleriyle sevgisiz, hain ya da bencil sayarlar ya kediyi, onun herhalde bu tür kaygıları yoktur. Oynaşmak; sevmek, sevilmek istediği an buradadır. İstemediğinde çekip gider, sizin doyumunuz yarıda kalmış, ona vız gelir.


Enis Batur

Meksika'nın Acı Kadını Frida



 Kafamdaki güzellik, gerçeklik algısını yıllar önce yıkmayı başarmış bir kadındır Frida Kahlo.Bitişik kaşları, bıyıkları, rengarenk kıyafetleri, upuzun etekleri...Yaşadığı dönemin güzellik algısını, insanların beyinlerindeki büyük duvarları sanatıyla yıkabileceğine inanıyordu.Sanatı yaşadığı dönemde sürrealist olarak değerlendirilse de Frida'ya göre sanatı tam olarak salt gerçekliği resmediyordu.Bu yüzden kendisini sürrealist değil realist olarak tanımlıyordu.Hayat hikayesi birçok filme, kitaba konu olmuş olsa da bir kitaba ya da filme sığmayacak kadar geniş bir dünya görüşü, acıları vardı.Onu Frida yapan da buydu zaten.İlk büyük deneyimini, altı yaşında geçirdiği çocuk felci sonrasında tek bacağının işlevini kaybetmesiyle yaşadı.Yaşadığı bu büyük deneyim, onun arkadaşları arasında "tahta bacak" lakabını almasına neden oldu.Uzun etekler giyiyordu artık Frida.Erkek kardeşleri arasında bir erkek çocuğu gibi yetişiyordu.Ve sonunda döneminin en iyi okullarından birine giren tek kız öğrenci olmayı başardı.Bu sayede okulda edindiği çevre sayesinde edebi ve kültürel bir alt yapıya sahip olmuştu.

  Birinci darbe...
  Bir gün arkadaşıyla tramvayla eve dönerken içinde oldukları otobüsün karşıdan gelen bir tramvayla çarpışmasıyla feci bir kaza meydana geldi.Çok sayıda kişinin hayatını kaybettiği bu kazadan Frida sağ çıktı.Bir sürü kırık kemik ve sakat bir bacakla...

“Tuhaf bir çarpışmaydı bu; şiddetli değil, ağır ve yavaştı, herkesi sarstı, beni daha çok sarstı. İnsanın, çarpışmanın farkına vardığı, ağladığı doğru değil. Gözümden tek damla yaş akmadı ve demir çubuk, kılıcın boğayı delmesi gibi beni de deldi geçti.”  

  Bir süre yatağa bağlı olarak tedavi görmesi gerekiyordu.Frida bu kazadan sonra tam 32 kez ameliyat oldu.Yatağa bağlı olduğu süre boyunca resim çalışmaları yaptı, resme merak saldı.Tavanına astırdığı ayna sayesinde gün boyu portreler çizen Frida bu kazanın hayatını şekillendireceğinden henüz habersizdi...Tam iki yıl yatağa bağlı bir şekilde tedavi gördükten sonra artık ayağa kalkmanın zamanı gelmişti.Artık arkadaşlarıyla toplantılara, partilere katılıp yatağa bağlı olduğu iki koca senenin acısını çıkarıyordu.Katıldığı partilerin birinde arkadaşı fotoğrafçı Tina Modotti aracılığıyla Diego ile tanıştı. 

  Hayatında yaşadığı iki darbeden biri olarak nitelendirdiği Diego'yu tanıdığı 17 yaşına gelelim şimdi.Diego Rivera , 43 yaşında dönemin en ünlü ressamlarından biri, Frida'nın büyük aşkı.Yakışıklı olmamasına rağmen, çapkınlıklarıyla tanınan, evlendiklerinde Frida'dan 21 yaş büyük İspanyol kökenli bir Meksikalıydı.Yatağa bağlı olduğu süre zarfında çizdiği resimleri, Diego'ya gösterdi; bu şekilde aralarında bir arkadaşlık başladı fakat Frida bu arkadaşlığın onun hayatını şekillendirecek bir aşkın başlangıcı olduğundan henüz habersizdi.

  Diego ile daha 17 yaşındayken evlendi.Ailesinden hiçkimse bu evliliği onaylamıyordu.Nikahına da sadece babası gelmişti.Evlendikten bir süre sonra Frida'nın resimlerinin büyük sanat galerinde sergilenebilmesi için ABD'ye, New York'a taşındılar.Diego bu süre içerisinde Frida'yı defalarca kez aldattı.En acısıysa Frida'nın öz kardeşiyle, Cristina ile aldatmış olmasıydı.Frida Diego'nun sadakatsizliğine aldırmamaya çalıştı ama bir süre sonra ayrılık vaktinin çoktan geldiğini anlamıştı.Bu ayrılık sadece evlerin ayrılmasına neden oldu çünkü Frida, Diego'dan ayrıldıktan sonra kendini içkiye verdi, ruh sağlığı feci derecede bozulmuştu.Kendine dikkat etmemeye başladı, saçlarını kısacık kestirdi, erkek kıyafetleriyle dolaşmaya başladı.Doktorların tavsiyesi Frida'nın ruh sağlığı için Diego ile tekrar evlenmesi yönündeydi.Sonunda Fil ile güvercin tekrar buluştu fakat Diego'nun sadakatsizliği nedeniyle bu evlilik tekrar boşanmaya gitti.
   Uzun bir süre boyunca adı sanat çevrelerince duyulmadı.Diego Reviera'nın yanındaki Meksikalı kız olarak anılıyordu.Meksika'da birçok sergi açmıştı ama hiçbir zaman kişisel bir sergisi olmamıştı.Hastalığının tekrar nüksettiği sıralarda arkadaşlarının desteğiyle yatağı bir kamyona yüklendi.New York'taki sergisinde, yürüyemeyen Frida bir çarşafın içinde çığlıklar, alkışlar eşliğinde taşındı.Bu onun en önemli ve kendine ait tek sergisiydi.

  Frida Kahlo, yaşadığı rahatsızlıklar, hastalıkları nedeniyle üç çocuğunu da düşürdü.Anne olmayı çok istiyordu.1 Temmuz doğumlu Frida bir yengeç burcuydu, anaç bir kadındı.Annelik ihtiyacını beslediği maymunlara gösterdiği şefkatle bastırmaya çalıştı.Sahip olamadığı çocuklarının acısını sanatına yansıttı, bu özlemini kendine özgü tarzıyla tuvale resmetti.

  13 Temmuz 1954'te  ikinci kez yakalandığı zatürreden kurtulamadı, baba evinde  hayata  gözlerini tam 47 yaşındayken yumdu.
  "Hep kendimi dünyanın en garip insanı olarak düşünürdüm. Fakat sonra dünyada ne kadar çok insan olduğunu düşünmeye başladım. Bu kadar çok insan arasında elbet benim gibi biri olmalıydı, kendini benzer yönlerden tuhaf ve kusurlu hisseden.
 Sonra onu hayal etmeye başladım. Bir yerlerde oturmuş onun da beni düşünüyor olduğunu hayal ettim. Yani eğer bir yerlerdeysen ve bunu okuyorsan ve bunu biliyorsan, evet, bu doğru ben buradayım ve en az senin kadar garibim."
Frida Kahlo
Yazan:Ayşe Sena Emir